13 Aralık 2013 Cuma

Bu Sabahların Bir 'Yokluğu' Olmalı

Bunca zaman bir mezar taşına 'baba' demeye alıştıktan sonra, onun bir zamanlar yaşamış olduğu gerçeğinden iyice uzaklaştım. Üzerinde adının, doğum ve ölüm tarihlerinin kazılı olduğu bir mermere, ve benim ekip ekip soldurduğum çiçeklerin yaşam kaynağı torağa dönüşmeden önce bir insandı elbet. Onunla geçirdiğim zamanları öyle çok evirip çevirdim ki aklımda, anılarımızı unutmayabilmek için öyle takıntılı bir uğraş verdim ki, onun hiç var olmamış olmasından bile kuşku duyduğum zamanlar oluyor. Baş kahramanının o olduğu bütün bir geçmişi uydurmuş olabilir miyim diye düşünüyorum bazen.

Hayatımın çok uzun bir zamanını kendime, ölü bir babanın ölü olmasının pişmanlığını yükleyerek geçirdim. Çünkü dönüp baktığımda bir 'telafi edilmesi imkansız hatalar bahçesi' buluyordum ardımda ve kendine acı çektirmek isteyen her insan gibi bana da en çekici gelen duygu çaresizlikti.

Onu gerçekten bunca sevdim mi? Yaşamaya devam etseydi sevmeye devam edebilecek miydim? Şöyle bir şeyler okumuştum ve düşünmeye devam ettikçe bu satırlar aklımı kurcalamaya devam ediyor:

''Ölmeden kahraman olanlardan, her şey beklenmedik biçimde altüst olup da, tüm değerlerin tersine döndüğü koşullar çıkınca, kim sürdürebiliyordu kahramanlığını?'' ***

Cevabı bulabilmiş değilim. Hoş, bazen cevaplar bulmak pek de önemli değildir. Soruları sormayabilmek gerekir. Kurcalamamak, cam bir tabuta koyup 'sonsuzlaştırmak' bazı anları, adamları, duyguları...

Yani sabahın bokluğu, havada değil, şarkıda değil, hatta sabahın kendisinde bile değil.



***Vedat Türkali / Kayıp Romanlar

DD

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder