23 Ekim 2014 Perşembe

Beyrut Birası ve Vapur Radyosu

Bir daha Beyrut'a gidemeyebilirim. Öyle hüzünlüydüm. Şişenin içinde olmayan bir şey aradım, ardımda bıraktığım bir kentin ruhunu. Yüzde dört buçuk alkol, eski şarkılar, deniz manzarası ve süreli izne çıkartılmış hayaller, biraz baş ağrısı yaptı. En son, özelleştirilen kamu malları çevresinde dolanan muhabbet, geldi pilli radyoda durdu. Ben masadan kalkıp on sene öncesine gittim. Döndüğümde göz yaşlarımı yutmamaya çalışarak bir şeyler gevelemeye başladım. Radyo. Küçük. Yeşil. Hani üstünde iki düğme olanlardan. Saat piliyle çalışanlardan hani. Böyle dijital gibi ama değil gibi. Vapurda satılanlardan. 

Hayatla temasını minimuma indirmiş bir adamın - belki kendisi bile farkında olmadan- tutunma gayreti tekrar, yaşama.    İstedi, aldık. Üç lira. Şimdi ben sana üç lira kazandırıyorum satıcı bey, ve sen babama umut...

Mutlu olmuş muydun? Gel otur karşıma ve bana bir şeyler söyle. De ki; sandığın kadar anlam yüklemem ben nesnelere. Zannettiğin adam değilim de, abarttığın kadar iyi, bulunmaz, gidemez değilim. Bunca kabullenilmeyecek bir şey gelmedi başıma de, öldüm yalnızca. Hayatı bu kadar ciddiye alma kızım de, basit düşün. Ne varmış Beyrut'ta memlekette şehir mi kalmadı de misal. 

Şehirlerin yalnızca şehir, içkilerin yalnızca içki, radyoların yalnızca radyo olabilmelerine izin ver, de. İnsanlar ölür, geçmiş geçmişte kalır ve her şey unutulur, de. Olması gereken budur çünkü, bazı şeyler unutulmalıdır, de.

Ya da dur, hiçbir şey söyleme. 
Kendi kendime de anlayabileceğim şeyler olmalı dünyada. 

DD

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder