6 Ocak 2014 Pazartesi

Yaratıcı Yazarlık Şeysi II

İki katlı ahşap binanın kömürlükten devşirme bölümünde yaşıyorum. Kömürlüğün artık kömürlük değil de bekar evi olmasının sebebi, bahçeye geçen yıl kondurulmuş köpek kulübesi büyüklüğündeki yamuk ve çirkin baraka.

Gerçi bu normal, baraka kelimesini düşününce yamuk ve çirkin, yetersiz ve beceriksiz olması gerektiği duygusuna kapılıyor insan. 
İstanbul'a gelirken, deniz manzaralı, yüksek tavanlı, gün ışığının içeri girmeye, gökyüzünün kendini göstermeye korkmadığı bir ev hayal etmiştim. Serhan, ''Sana üç yüz liraya şahane bir ev buldum, bayılacaksın'' dediğinde, henüz evi görmemiş, bayılmaktan kastının da düşeyazmak olduğunu idrak etmemiştim. Geldik, gördüm ve burdan o kadar nefret ettim ki, ''tamam'' dedim, ''Tutuyorum.''

Karşıt duygular hikayeleri besler, çatışma yaratır, insana amaç edindirir. Önce burada yaşamak zorunda kalmak, sonra da buradan kurtulmaya çalışmak, aradığım 'savaşım' için biçilmiş kaftandı. Bulmuştum işte. Artık, günlerimi buradan defolup gitme hayaliyle geçirebilirdim. Böylece, hayal kurmanın en keyifli ve en ucuz yoluna başvurdum: şarap.

***

Şarap, kitap ve kadın. Muhteşem bir üçlü oluşturuyorlar. Esasen, durum daha ziyade şöyle gelişiyor; güne başlanan kitaplar, açılan - ve boşalan -  şişeler, beraber uyanılan kadınlar.

Şarap ve kadın arasındaki zaman dilimindeyse çok mühim şeyler olmuyor; kıyılarında dolaştığım hazlar, birkaç içki sever şair, manadan yoksun bakışlar, yaratıcı küfürler, sonra biraz daha şarap, dolu küllükler, çocukluğumdan bir sahne, dışarının ürpertici sesleri, içerinin olağan tıngırtıları. Ve nokta.

***

Yavaş, hatta narin adımlarla dolandığını duyuyorum. Tuvalete giriyor, suyun kokusu geliyor burnuma. Deniz manzarası hayalimin bir kısmı gerçekleşti diye düşünüyorum. Kuyu suyunun yosunlu tadını duyumsamaya çalışıyorum. Odaya döndüğünde elinde bir fincan, dikiliyor karşımda.

''Bahçeye ortanca ekmelisin'' diyor, ''belki başka bodur ağaçlar, limon çamı mesela.''
''Olur'' diyorum.

Matbaayla anlaştıklarını, öğleden sonra ilk taslağı götüreceklerini anlatıyor, havanın griliğinden dert yanıyor, sevişirken çok aceleci davrandığımı söylüyor. ''Daha rahat olmalısın'' diyor.
''Olurum'' diyorum.

''Biliyor musun, ben Serhan'a aşığım yıllardır'' diyor.
Olabilir. Demiyorum bu kez. Fakat ''olabilir'', insanlar aşık olunmak için varlar nihayetinde.
Gidiyor.

***
Kahve, itiraf ve kadın muhteşem bir başka üçlü oluşturuyorlar. Ortancayı, limon çamını, dergiyi, havayı, sevişme stilimi ve Serhan'ı düşünmüyorum. 
Yarın, başka bir kadın yanına yakışan iki yeni kelimeyle yine aynı çatının altında, belki tam olarak az önce durduğu eşikten bakacak ve bana nasıl boktan bir herif olduğumu hatırlatacak. 

Bu düşünceden tuhaf bir haz alıyorum, ve sehpadan Maltepe paketini.

DD

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder