9 Nisan 2014 Çarşamba

Hatırlama Yazıları I : Bir Şehri Tanımak ve Sevmek

Ankara

Bir kentte yaşamak zorunda kalmak, orayı çok sevmemize engel oluyor. Alıştıktan sonra, tanıdıktan sonra sokakları, insanları, öğrendikten sonra o insanların huylarını, 'seviyorum' diyorsun. Alışkanlık, kelimenin kullanımındaki hoşnutsuzluğa rağmen olumsuz bir şey değil bence, sevme halinin doğal bir uzantısı.

İnsan her yeri sevebilir. Herkesi. Her durumu. Çünkü hepsine alışabilir. Eğer isterse. Veya tam tersi, sevmemek için direnir, özel bir çaba gösterirse. 

Yaşadığım her yeri sevdim ben. Ve bazen yaşamadıklarımı da. Çok özel bir yerde doğdum. Heybeliada. "Gözlerini dünyanın en düşsel yerinde açmış biri, şaşırma yetisini hepten yitirir."*

Nefret ettiğim zamanlar oldu elbet. İnsan kendisine ait şeylerden zaman zaman nefret eder. Ada benimdi. Sokaklarını biliyordum adanın, insanlarını tanıyordum. Adada yaşamak nedir biliyordum. Martı sesinden uyuyamamak, bakkala sepet sarkıtmak, camdan cama bağırarak konuşmak, 'kahveye inmek' nedir biliyordum. Değirmende içmek, panaromada güneşin doğuşunu izlemek, elimizdeki sigaraları komşu teyzelerden  saklamak, son vapuru kaçırıp eve dönememek nedir biliyordum. Bildiğim için seviyordum. Ait olduğum için o denize.

Ankara aşkımın birçok suçlusu var ama mimarı Vedat Türkali olmalı. Hiç gitmediğim bir kente, başkasının satırlarında aşık olmayı becerebildim. Öyle çok sevip Ankara'yı, bu aşkı içimde öyle çok büyüttüm ki, şimdi Ankara'ya kısacık gelişlerimde bile tarifsiz bir mutluluk yaşıyorum. Bunun yazmakla bir ilgisi olmalı muhakkak. Şu cümleyi okuduğumda bundan emin oldum; "Ankara'ya ağlamak için gelmedik, yazar olmak için geldik."** Oh, dedim, deli değilmişim. En azından deliysem bile, tek başıma delirmemişim.

Şimdi Tunalı'da bir yerde oturuyorum. Garsona soruyorum; "Beni hatırladın mı?" "Evet" diyor, sohbet ediyoruz. Huzur duyorum. Beni tanıyorlar. 'Ankaralı' olmaya başlıyorum...

DD

*   Isabel Allende / Eva Luna
**  Emrah Serbes / Ot


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder