9 Nisan 2014 Çarşamba

Hatırlama Yazıları II : Sibirya

Omsk

Omsk, şu an karlarla kaplı. Kasvetli diyemem, hava açık, hatta güneşli, pırıl pırıl. Öyle korktuğum kadar soğuk da değilmiş, Ankara'nın bir 'tık' fazlası. Sokaklar neredeyse boş. İstanbul'un koşuşturmasından çıkıp gelince insan şaşırıyor, "n'olmuş oğlum, sokağa çıkma yasağı mı var?" diyorsun. Bir sayfiye yeri kıvamında. Ege kasabası. Karla kaplı bir Ege kasabası...

Binaların hepsi eski, Hristiyan mimarisi.  Askeriye, hastane, okullar, katedraller, mağazalar hepsi eski ve çok güzel yapılar.       Şehir düzenli. Nehirler bile donup beyaza bürününce normalden daha düzenli sanırım.

Sokakta yer yer heykeller var. Saçma sapan köşe başlarında, alakasız sokak aralarında. Eskişehirvari.

En başta, Omsk'u İstanbul ile kıyaslamak gibi bir hata yaptım. Nihayetinde Moskova'ya veya St. Petersburg'a gitmedim. Omsk, ülkenin küçük bir kenti. Bizim Elazığımız belki. Bu karşılaştırma bile yanlış olmakla birlikte en azından fikir verici.

Aslında birçok şey coğrafyaya uygun biçimde. Örneğin; bütün alt geçitlerde kauçuk merdienler var kaymamak için. (Ve evet, her yer alt geçit dolu, çok az yerde karşıdan karşıya geçiyorsun.) Otobüsler çok eski. Zannediyorum, icat edilen ilk otobüsler şu an burda. Son anda müzeye kaldırmaktan vazgeçmişler sanki. 

Çok az turist alan bir bölge olduğundan, halk bize at hırsızıymışız gibi baktı sokaklarda. 'Aha bu sefer dayağı yicez' diye diye tırsarak döndük otele.

İlk gün Türk Lokantasına gittiydik. Oldukça saçma bir şekilde mercimek çorbası içip kaşarlı pide yedik ki bu ayrı bir mallık konusu. İncelenilesi. İkinci gün de Ukrayna yemeklerinin tadına baktık, ve tek bir lokma Rus yemeği yemeden döndük.

Gelmeden önce, Dostoyevski'nin Omsk'a sürgüne gönderildiğini öğrenmiştim. Öyleyse gidilecek bir diğer yer belliydi; Dostoyevski'nin evi. Kısa bir kayboluştan sonra evi bulduk. Sanırım son on yıldır oraya giden ilk insanlardık, müzeci kadın üzerindeki örümcek ağlarını temizleyip hayretle bizi karşıladı ve şevkle anlattı. (Burda şevk = mütemadiyen konuşmak.) Kitaplar, fotoğraflar, kişisel eşyalar... Müzecilik anlayışımız pek farklı değilmiş. Büyük yazarın sürgün yıllarını Rusça olarak dinledik. (Yok be, Rusça falan bilmiyorum, ama bilen bir arkadaş vardı, ki o olmasa aç susuz kalırdık, zira bir insan evladı İngilizce bilmiyor.) Hayalimdeki 'kültürel' gezi böylece tam manasıyla vücut bulmuş oldu.

Sonrasında Omsk'lu ıvır zıvır ve matruşka alma heyecanı... 

Çok uzatmayacağım nihayetinde bu bir gezi yazısı değil, 'hatırlama' yazısı.

DD




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder