14 Ekim 2014 Salı

Akıl Boşluğu


Osmanbey'den metroya bindi. Nişantaşı'ndan buraya yürürken içtiği sigara, merdivenleri koşarak inerken öksürttü biraz. Psikologdan çıktığından beri üzerinde tuhaf bir gerginlik. Aptal aptal oradan oraya yürümeler, yolun ortasında durup geri dönmeler... Metro geldi. Hemen kitaba dönmeli. Hızlı hızlı okuyor, bir yandan merak ediyor, bir yandan bitmesin istiyor. Biterse bir şey olacak gibi. Daha doğrusu, okurken başına bir şey gelmeyecek gibi.

***

Sayfasını ayırdığım, altını çizdiğim birçok yeri var, diğerleri gibi. Ama farklı. Kimi okusam onun kelimeleriyle yazmaya başlıyorum. Lisedeyken, Vedat Türkali zamanlarını hatırlasana. 'İkircikli' gülüp, devrimi 'duyumsadığımız', herkesin 'küçük burjuva' oluverdiği günleri. Ben hastayım, zihnim ölüyor. Ben ölüyorum. 

Haliç'ten geçiyor tren. Haliç, aşk, masumiyet. Okuldan kaçmalar, ilk kez görüşüm buraları. Eyüp nasıl bir yer? O anlatsın, ben dinleyeyim. Babası, hayatı, çalıştığı işler... 'Deniz Hanım, cümlelerinizin kopuk olması çok normal. Zihinsel kontrolünüzü sağlayamamanızın sebebi... Siz yüz elli verseniz yeter. Deniz Hanım, hangi günlerde gelebili...'

Saat biri on geçiyor. Taksimde inip yürüse miydim biraz? Çok geç kalırım. Kabataş'tan motora binip belki? Denizi özledim ben. Vapuru. Kıç taraftaki sigara içişlerimizi... Onu özledim. Daha da özlemem gerek. İyice sevmek gerek çünkü önce. Gerçek bir sevgiyle. Aklıma geldikçe, eski günler yani... İçimde bir his... Sanki, sanki hayatta güzel ne varsa bitirmişim gibi.

Yenikapı. Yemek yemek istiyorum. Şimdi burda insem, yemek yiyip marmaraya binsem. Kendimden nefret ediyorum şu aptal tüpü kullandığım için. Allah belanızı versin. Aksaray'ın çirkin dönercilerinin arasında dolaşıyorum. Her yer İngilizce tabela ve her yer Arap. Her yer seçim afişleriyle dolu. Yine bu herifin suratı. Anasını siktiniz lan memleketin. Siz, memleketin anasını siktiğiniz için bu kadar boktan belki benim hayatım? Her an, her şeye bulaşarak evrilebilen ergen öfkemi bir kenara bırakıp simit bilmemnesinde adı pizza olan, ama aslında pizza falan olmayan bir şey yiyorum. 

Bir an önce bir yere oturup okumaya devam etmek istiyorum. Arif neler yaşayacak? Hayır, ben ne düşüneceğim? Bilmiyorum. Bir şey var. Ya daha önce böyle bir kitap okumadım, ya da daha evvel bu denli delirmedim. Arif'le beraber deliriyoruz.

Gözümün önünden milyonlarca görüntü geçiyor. Satırları takip etmekte zorlanıyorum. Hem okuduklarımı anlamaya, hem görüntüleri takip etmeye çalışıyorum. Çok hızlı okuyorum. Koşarak. Durursam ölecekmişim gibi geliyor. Durursam yakalayacaklar. Onlar. Onlar kim? 'Onlar, yani biz değil.'*

Şimdi yazarken eski notlarımı karıştırmıyorum. Unutmamak için karaladığım her şey şimdi aklımda. 'İnsan böyle bir cümleyi duyup yıllarca aklında tutuyorsa zaten ölüyor demektir.'** Ölüyorum. 'Deniz Hanım, tüm bu düşüncelerin zihninizin sizin bilmediğiniz bir köşesinde... Konuşma öncesi evrede... Mesela anneniz size süt verirken... Depresyonsa depresyon... Doymak için... Sünger gibi...'

Arif'in evindeki sesler. Zihnimdeki sesler. Ben böyle şeyler yaşamadım. Gerçek dışı hiçbir şey yok hayatımda. Ama sanki hiçbir şey gerçek değilmiş gibi. 

İnsan mutsuzken çok üşür. Canı yanarak. Rusya'da -30º de böyle üşüdüğümü hatırlamıyorum. Karlara yatıp sigara içmiştim. Şimdi İstanbul ağustosunda donuyorum. Çünkü ölüyorum. Zihnim, kelimelerim ölüyor, yazamıyorum.  


Not: Bu yazı, Hakan Bıçakcı'nın Apartman Boşluğu kitabı için yazılmış 'deneysel' bir 'kitabınızı çok beğendim' yazısıdır. 


*     Oğuz Atay  / Tutunamayanlar
**   Barış Bıçakçı  / Sinek Isırıklarının Müellifi


DD

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder