5 Mart 2015 Perşembe

İçmek, Delirmek ve Yazmak

İçmem lazım diye düşündü. Adamakıllı bir şeyler yazabilmem için kafamın güzel olması gerek. Saat üçe geliyor olmalıydı. Salih'in bütün apartmanı ayağa kaldırarak gelişinden anlardı bunu. Salih, ev sahibi. Aynı zamanda alt kat komşusu. Çocukluğunun tek oyuncakçı dükkanının sahibi. Altıyla on üç yaş arası zamanlarının kahramanı olmuş bir adamın ayyaşın teki olduğunu öğrenmek, ilk hayal kırıklıklarından.

Sen farklısın sanki, diye düşündü içinden. Paldır küldür eve taşımıyor kimse, kendini bütün mahalleye rezil etmiyorsun diye her gün bayılana kadar içmen 'ayyaş'lığa girmiyor mu? Girmez, diye cevap verdi içindeki ikinci 'o', bizim içmemiz başka.

Belki en büyük hatanız budur, diye devam etti içindeki ilk 'o', kendinizi bir bok sanıyorsunuz, herkesten üstün görüyorsunuz. Yeter, dedi bu kez 'birinci tekil'i. Araya giriyorum. İçmem gerek.

Defterini, kalemini hazır etti, bir sigara yaktı. Kalkıp pencereyi açtı. Mutluluk gibi bir hava var dışarıda. Masumiyet gibi bir hava. Uçurtma gibi. Pamuk şeker gibi.

Su bardağına yaptığı kahvesine baktı. Bu kez aklında otel odaları. Odaların banyosuna, diş fırçalık niyetine konulmuş su bardaklarına, musluk suyundan yaptığı kahveler. İçmeden de delirebiliyorum, diye düşündü. Bu iyi bir şey çünkü  delirmeden, kafayı biraz sıyırmadan  yazar olunmaz. Çok satan romanların yazarları oldukça aklı başında insanlar, bu yüzden sayfalarca çöp üretiyorlar. İkinci 'o' devreye girecek yine, bok atmayı bırak 'onlar'a, her kimlerse artık tüm 'o'nlar...

Tesadüfler üzerine yazacaktım. İnsan inanmadığı bir şeyi nasıl yazar? Yoksa zaten yazmak, inandırmak için mi kendini?

Kurduğu her 'ilk' cümle o kadar sıradan ki, karalayıp duruyor. Aklına bazı büyük yazarları getirmeye çalışıyor. Bu şerefsizler nasıl yapıyordu peki? Her şeyim tamam. Hala neyi eksik olabilir, kafası almıyor.

'Sıkılmamak' eksik sende. Bilgin, yeterliliğin hatta yeteneğin ceplerinde ama azmin yok. Bağlayana kadar, sinirden ağlayana kadar yazmalısın. Defterlerce, aylarca, iç sıkıntılarınca, sinir krizlerince, boş şişelerce, dolu küllüklerce, açık unutulmuş pencerelerce, toplanmamış yataklarca, kırılmamış eşya, sevişilmemiş kadın, kurumamış gözyaşı kalmayasıncaya yazmalısın.

Tesadüf mü?
Yok öyle bir şey.

DD.

4 yorum:

  1. "Demek yazar olmak istiyorsun," dedi umursamaz bir tavırla."Bak,çölü geçmek önemli ama görüyorum ki çölü kendin olarak geçmişsin.Yazar olmak istiyorsan çölü başkası olarak geçmen gerek.Anladın mı? Kadın olarak geç mesela.Ağaç olarak geç." Sinek Isırıklarının Müellifi
    Barış Bıçakçıdan bölüm geldi aklıma okuduğumda elinize sağlık :)

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. Sinek Isırıklarının Müellifi'ni okurken belki kitabın her sayfasının altını çizdim ama bu bölümü çok iyi hatırlıyorum :) Ama ikinci kere birinden yorum/ tavsiye olarak duymak çok daha güzelmiş :)

    YanıtlaSil
  3. Ya Tesadüf ler bilinen gibi değilde. tesadüf diye bir şey varsa o zaman içmek yada daha çok içmek mi..

    YanıtlaSil
  4. Tesadüf çok güzel bir kelime ama, galiba her şeyin öyle ya da böyle 'bir sebeple' başımıza geldiğine inanmak daha rahatlatıcı bir düşünce.

    YanıtlaSil